19 Ara 2011

Atatürk Düşmanlarına bir Hatırlatma

Önce 88 yıl önce yazılmış ve çoğumuzun varlığından haberi bile olmadığı bir mektubu sizlerle paylaşacağım:

“ Sevgili Paşam,

Cumhuriyet'in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.

26 Kas 2011

Rakının imal ediliş sırrı ve nasıl içileceği konusunda bir saptama, bir alıntı

Tekirdağ Rakısının sırrını bilir misiniz?

Birden hocanın sorusunu duyunca herkes şaşırdı.
Üniversitede üretim yönetimi dersindeydik. Konu 6 Sigma. Dersin ortasındayız ve hepimizin içi bayılmış.

Ama rakı lafını duyunca bir anda uyandık ve herkes rakı hakkında bilgisini konuşturmaya başladı.
Biri Yaş üzüm diye atıldı. Kimi Tekirdağın havasından dedi. Öteki artezyen suyundan dedi.
Bense Tekirdağ Rakısı nedir bilmediğim için ağzımı bile açmadım.

En sonunda hoca herkesi susturup anlatmaya başladı:

21 Kas 2011

Kaçan Deliler

Olay gerçektir. Elazığ'da geçer. 1960"lı yıllar! Elazığ Akıl hastahanesinden personelin bir ihmali sonucu bütün deliler kaçar, Elazığ’ın cadde ve sokaklarına dağılırlar. Toplam 423 deli kaçmıştır. Mülki makamlar panikler, Başhekime koşup "doktor bey ne yapalım" diye sorarlar. O zamanın ünlü doktoru Mutemet Bey hastahanenin başhekimidir.  Mutemet Bey : "Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin" der. Doktor önde birkaç personeli arkasında Karatrencilik oynayarak bütün Elazığ’ı "çuf çuf" nidalarıyla dolaşırlar. Başhekimin tahmini tutmuştur, bütün deliler bu kuyruğa girer vagon olurlar. Lokomotif, yani başhekim Mutemet bey yönünü hastahane'ye çevirince tüm kaçan deliler hastahaneye geri dönmüş olurlar. Sorun çözüldüğü için Mülki makamlar ve doktorlar, trencilik oynayıp hastahaneye döndükleri için de deliler hallerinden çok memnundur.

Ancak esas sorun akşam yoklama yapıldığı zaman ortaya çıkar; Hastaneye trencilik oynayarak gelenlerin sayısı 612 kişidir.

2 Eki 2011

Az uyku - Taner Özdeş

Az uyku konusunda merak ettikleriniz. Tavsiye edilen 8 saat veya 7 saat ben nasıl 4-5 saat ile yaşıyorum..

Avusturya Lisesine giderken sabah tekrar yapmanın ne kadar önemli olduğun fark ettim.
Sabahlari 5 - 5.30 da kalkıyordum. Akşam saat 12 - 12:30 da kalkıyordum. Bu beni dinç kılıyordu. Önemli olan saat 1 ile 3.30 saatlerinde uyumaniz. Beyin hücreleri bu saatde yenileniyor. Ben bunu her zaman başaramıyorum

Benim sırrım kaçamaklar. Az uyumak konusunda her zaman çevremden baskı gördüm. Ama ben 49 yaşındayim ve 20 yaşındaki bir gençle rekabet edecegim enerjim var . Sırrım kaçamaklar, akşamüstü gelip 10-20 dk uyurum. Öğlen bazen 10-15 dk uyurum. Einstein da aynısını yaparmış. Uçakta da uyurum. Bazen spordan önce bile 15-20 dk uyurum.

Aynı anda 3-4 iş yapıyorum. Yazılarımı sabah 1 den sonra yazıyorum. Bu saatlerde duygusal ve ruhsal anlamda en yüksek enerjiye sahip oluyorum. Enerjimin en yüksek olduğu anlar, duygusal olarak kendiimi en iyi hissettiğim anlar. Bu saatler ise herkesin uyuduğu zamanlar. 3-4 saat uyku bile bana yetiyor. Ertesi gün eğitim ve seminerim var ise o akşamlarda enerji seviyem çok yükseliyor. Bu kadar etkimin olması yüksek enerjim. Yüksek enerjimi ise kendimi motive ederek sağlıyorum. Bazen 37-39 ateşe rağmen 3-4 saat eğitim verebiliyorum. Sanırım insanin başkasına yönelmesi kendisini unutmasina sebep oluyor.

Sonuç olarak herkesin uyku ihtiyacı farkı, şu doğrudur veya değildir diyenlere sadece gülüyorum. Şu anda denemek istediğim akşam engeç 1 de yatmak sabah 5.30-6 da kalkmak. Haftada 3 gün sabah 7 de spor yapiyorum. kendimi çok iyi hissediyorum, sorun en erken 1.30 yatabilmem. Vücüdumu dinlerim ve ne derse yaparım. Umarim faydali olmuşumdur.

26 Eyl 2011

Kaybetmekten mi korkuyorsun; kaybet. Düşmekten mi korkuyorsun; düş. Yaralanmaktan mı korkuyorsun; yaralan. Sonra iyileş. Yeniden kalk. Yeniden başla.Yeniden sev. Yeniden aşık ol. Bir daha mı düştün? Bir daha kalk. Er ya da geç, beklediğin gelecek. Er ya da geç aradığın seni bulacak. Ama sen bir kez yıldın mı, korktun mu, maskeni yüzüne geçirip kalkanlarını kuşandın mı, o zaman bitecek. Beklediğin her ne ise asla gelmeyecek - Aret Vartanyan

24 Eyl 2011

Rüzgar, ORION, Başarı...

Yelken'e başlayalı bir seneyi aştık. Tabiri caizse alaylı başladık, daha da alacak çok yolumuz var.

Bu zaman içerisinde edindiğim izlenimlere göre çevrem tarafından çok heves edilen ve cezp edici bir "hobi" olarak görülüyor, halbuki Yelken'in bir spor dalı olduğunu unutuyorlar, ciddi uğraş ve zaman harcamanız gereken bir "amatör" spor dalıdır. Sonra iş antrenmanlara ve yoğun programı görmeye gelince şöyle bir durup düşünüyorlar.

Öyle reklamlardaki gibi bir de 30 yaşlarınızda başlamışsanız, o zaman açığı kapatmanız oldukça zorlaşıyor.

Denizin üzerinde olmak her daim güzeldir, son yıllarda artan ilgiye rağmen,  ülkemizde bu spor dalının bugüne kadar gelişememesi üzücü, elbette Yelken'e gelene kadar daha bir çok konu var pekala. Fakat insanlar, o ilkokuldan beri bize söylenen 3 tarafımız denizlerle kaplının ne ulaşım anlamında, ne spor bakımından, ne de yaşam biçimi olarak hakkını veremiyorlar... tek bildiğimiz balıkların neslini tüketmeye çalışmak..

Şimdi bir başarı hikayesi yazısını bozmadan, konuyu dağıtmadan devam etmek isterim ki; takımımız ORION SAILING TEAM Mart ayından beri katıldığı yarışlarda şimdiden 2 yarış birinciliği bir de genel değerlendirme birinciliği ile 3 kez podyuma çıktı, bu belki de camia içinde bir takımın ilk senesi için ciddi başarıdır diye düşünüyorum, bu başarının mimarları da Vedat Çalık ve Tolga Köse'dir. Onlar aynı zamanda sadece ORION'u kurup sadece yarışmıyorlar, aynı zamanda bu spora gönüllerini koyup desteklerini de esirgemedirler; TEAM TURKUAZ ile ortak çalışmaları da bunun göstergesi oldu. Yaptıkları doğru transferleri de gözden kaçırmamak lazım, takıma tecrübeleri ile büyük katkı sağladığını düşündüğüm Onur Tok ve Gökhan Saruhan da takımımız için çok değerlidir.

Bundan sonra bende bu sayfada vakit buldukça, düz metin de olsa, yarışlarda yaşadığımız anları ve başımızdan geçen her türlü olayları yazmayı planlıyorum, umarım bunu icraata sürekli bir şekilde dökerim.


Bir Kız Kulesi Öyküsü

1827 yılında Almanya'nın Brandenburg kentinde Karl adında bir çocuk dünyaya gelir. 
Babası müzik öğretmeni olan Karl, aile içinde baş gösteren huzursuzluklardan dolayı bir Fransız yetimhanesine gönderilir. Daha sonra gemilerde miço olarak çalışır. Hamburg'tan kalkan bir gemiyle İstanbul'a giderken henüz 12 yaşındadır.

Gemi İstanbul'a geldiğinde denize atlayan Karl, Kız Kulesi'ne yüzerek kaçar. 

Kendisini kurtaran Kız Kulesi'nin bekçisine gemiye geri dönmek istemediğini söyler.
İki ülke arasında küçük bir politik sorun yaşanır. Ama Osmanlı sadrazamı Ali Paşa sorunu çözer ve Karl'ı korumasına alır. Karl Mehmet Ali adını alır. Mehmet Ali, Kırım, Bosna ve Karadağ savaşlarından sonra 2. Abdülhamit döneminde paşa unvanını alır. 
 
Mehmet Ali Paşa, 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşma'sında Osmanlı'yı temsil eden üç kişiden biri olur. Almanca, Fransızca, Yunanca, Farsça ve Arapça dillerinde şiirler yazan Mehmet Ali Paşa'nın dört kızı olur. Paşa'nın Leyla adındaki kızının da bir kızı olur; Celile. 
Celile bir erkek çocuk doğurur: Şair Nazım Hikmet! 

Görüldüğü gibi Karl'dan Nazım'a uzanan hikayenin gösterdiği gibi,  Kız Kulesi'nin her zaman hikayeleri vardır. Eğer Kız Kulesi Karl'ı kurtarmasaydı, Nazım olmayacaktı.

13 Haz 2011

Yelken

Blog'a bu kadar ara vermişken, son 9 aydır yeteri kadar zaman ayıramasam da sevgili Tolga Köse'nin teşvikleriyle çok güzel bir sporu ilgi alanıma katmış oldum. Tek amatör spor olarak icra edilen yelkene başlayacaksanız önce deniz aşığı olmanız ve daha sonra çokca vakit ayırmanız gerektiğini düşünüyorum. Başlangıç için şu yazı size yardımcı olabilir.

"Yelken, her yaşta kolaylıkla öğrenebilecek bir spordur.

Tüm dünyada çeşitli boyutlarda ve farklı koşullara (deniz, göl, okyanus vb) uyumlu olarak üretilen değişik tasarımlarda yelken tekneleri mevcuttur. Yarışmak isteyenler hafif ve toplam yelken alanı büyük olan hızlı yelkenlileri, gezinti seven yelken meraklıları da yelken alanları daha küçük, devrilme riski taşımayan daha düşük performanslı tekneleri tercih ederler. Bu nedenle yelkenliler “Gezi” ve “Yarış” tekneleri olmak üzere iki ana sınıfa ayrılırlar.
Yelken kısaca, deniz, rüzgar, dalga ve akıntı gibi kontrolü bizde olmayan ve sürekli bir değişim içinde olan dış kuvvetleri yöneterek hedefe varma mücadelesidir. Üstelik bu mücadele çoğu zaman sanıldığı kadar kolay değildir ve ustalaşmak için zaman ve yoğun pratik gereklidir. Bu nedenle yelken sabırsız, doğada kendini pek rahat hissetmeyen kişilere tavsiye edilmemelidir.

Yelken devamlı düşünmek demektir. Rüzgar döner mi, dönerse ne yapmalı? Şiddetlenir mi, o zaman ne olur? Akıntı nereden geliyor, nerede değişebilir? Düşünmeden doğayla mücadele etmek zor, hedefe varmak ise imkansızdır. Bu nedenle yelken, satranç veya go oynamaya benzer. En az bedensel olduğu kadar zihinsel bir spordur ve yelkeni çok zevkli bir spor yapan ana unsurun da bu olduğu çok açıktır.

Özetle yelken hem iyi düşünmeyi, hem de hızlı ve pratik bir uygulamacı olmayı gerektirir. Bu nedenle yelken kitaptan öğrenilemez. İyi bir yelkenci olmak için olabildiğince sık denizde olmak, havayı koklamak ve mümkün olduğu kadar çok değişik havalarda ve yine mümkün olduğunca sık pratik yapmak gerekir."